24 Şub 2013

Ağlayamıyorum.

Sessizlik geceyi, ben sessizliği yudumluyorum, ağıtlar kadar hüzünlü bir ayrılığın pençesinde. İnfazımı, sadece kendinin inandığı, değeri beş para etmez yargılar savurarak kesen bir adam için atıyor yürek. Kızıyorum. Sinirleniyorum ona. "Beni, geçirdiğimiz saliseler boyunca takmayan, verdiğim değerin zerresini hak etmeyen bir adam için neden çarpıyorsun?" diye hesap soruyorum. Yok, hayır, yok. Cevap falan bulamıyorum.

Ağlayamıyorum artık, ağlayamıyorum. Gözlerim yanıyor. O'nu düşünüyorum. Ağlayamıyorum. Tükendi gözyaşlarım. Sanki, soğudum sevgilerden. Her şey sahte geliyor. Bütün gülümsemeler, bütün mutluluklar. Bütün aşklar... İnsan, ağlayamayacak dereceye geldiği zaman, asıl o zaman siyahlara boyanıyormuş meğerse yüreği. Çünkü ağlayınca içini boşaltır, ruhunu. O kalplerde ne acılar gizlidir de kalpten kopup işlenir bu gözyaşlarına. Sonra, akıp gider göz pınarlarından.

Fakat ben... İçim siyahlarla dolmuş. Ruhumda bir yük. Apağır. Yoruldum ben taşımaktan, yorgunum. Lanet olası o acı, kopmuyor bir türlü yüreğimden. Şu kalemi, kağıtta gezdirirken titriyor sağ elim. Boğazımda bir acı. Hani, ağlamak üzereyken olur ya, düğümlenir, yanar. Konuşamazsın. Kezzap içmişsin sanki. Eriyor için. Yanıyor damarların, içindeki kan, kaynıyor çünkü. Ciğerlerinde hissetmiyorsun oksijeni artık. Burnundan soluduğun, buzdan daha soğuk, fakat yakıyor işte genzini. Tüm vücudun, kağıt kesikleriyle dolu sanki. Bıçaktan daha çok acıtıyor canını. Öyleyim işte. Ağlayamıyorum.

(Harflerin Etkisinde)