Önceleri sadece yürüyordum;
gölgelerin, ışığın, işaretlerin peşinden. Sonra her şey hızlandı ve birbirini
kovalamaya başladı; ben de peşlerinden koşmaya. Koştum. Nefesim kesilinceye,
bacaklarım hissizleşinceye, peşinden koştuklarımı birer birer yakalamaya
başlayıncaya kadar koştum. Gerçekten yorulmuştum. Bütün avucumun içine
toparladıklarımla koşmaya devam ediyordum ki bir şeylere takılıp düştüm.
Kalktım, hiçbir şey olmamış gibi, toparladım her şeyi. Artık işe yaramayacaklar
vardı aralarında, onları düştüğüm yerde bırakmak zorunda kaldım. Düşmek biraz
da dinlendirmişti beni. Devam ettim koşmaya. Bir süre sonra daha ağır yüklerle
yeniden düştüm. Sonra yeniden. Onları üzerimde taşımak zorundaydım, çünkü ancak
üzerimde durdukça işe yarayan şeylerdi peşinden koştuklarım. Düştüm. Yine. Bu
defa çok sert. Çok uzun bir süre ağladım. Çok uzun bir süre sarsıldığım
yerlerden kanadım. Acıdım. Tek yapmam gereken, kalkıp devam etmekti. Her şey
koşuyordu. Herkes. Ben de onlara katılmalıydım. Şanslıydım, birkaç defa düşmeme
rağmen henüz üzerimden geçilip ezilmemiştim. Şanssızdım, düşenlerin çoğunun
başına ne geldiğini görmüştüm. Benim devam edememe sebebim bu oldu. Yolun
koştuğum yerinden çekildim. Tüm peşinden koşup topladıklarımı da bıraktım yola.
Ezip geçebilirlerdi, ya da alıp götürebilirlerdi. Yolun kenarına oturdum ve
izlemeye başladım. Oturdukça hafifler, dinlenirim sandım. Öyle olmadı..
İzledikçe ağırlaştım. Kendimi taşıyamaz hâle geldim bir süre sonra. Sonra,
tanıyamaz hâle.. Sonra zaten kendimi tanımadığım gerçeğiyle yüzleştim. Onca
yolu koşanın ben değil de, koşu için hazırladıkları bir tasarım olduğunu fark
ettim. Tanrı’nın tasarısı, ailemin tasarısı, okulumun, iş yerlerimin,
arkadaşlarımın, okuduklarımın, tükettiklerimin…Hatta tüketemediklerimin. Tüketemediklerim
beni onları tüketmeye zorluyordu. Onları da tüketebilmek için peşlerinden
koşmaya. Koşudaki ben Tanrı’nın olması için tasarladığı ben miydim yoksa ondan
çok mu uzaklaşmıştım, asla bilemeyeceğim. Ama kendimden çok uzaklaşmışım.
Oturduğum yerde ağırlaştıkça, çöktükçe, kırıldıkça ve döküldükçe açıldıkça
açılan yaraların altından biri çıktı sonra. Hiç tanımadığım ama doğduğum günden
beri tanıyormuşum gibi âdeta içimi sıcacık ısıtan birini gördüm karşımda.
Yalnızlıktan, hapsolduğu yerde kapana sıkılmışlıktan zar zor nefes alıyordu.
Beni görünce benden korkup daha da köşeye sinen biri. Tanımıyordu beni. Benim,
dedim, sen. Daha çok kaçtı. Yardım et bana dedim, yaklaştır beni sana. Ben öyle
bir yere düştüm ki, aynı kişi olarak çıkamam. Seni gördüm, artık bırakamam.
Kendim olarak yaşayacağım bir yer bul bana, sen olarak yaşayabileceğim bir yer,
bu seni benden başka tanıyan hiç kimse yok etrafımda. Sonra sustum.
Aynı yerdeyiz. Onunla aynı yerde,
birbirimizle hiç konuşmadan aynı yerde duruyoruz uzun zamandır. Bense tek bir
şey için bekliyorum. Kalkıp bana sarılması için. Kendimin bana sarılması için.
Ne çok muhtacım buna.