Gidişimdi; kanatsız kalmış bir kartal
gibi nefessizdi gökyüzü,
kalbinde cumhuriyet kurmuşken; anadan üryan
tanrı misafiri sevdam…
ve sen açmışken başkentinin tüm odalarını,
ve sevdalara dalga dalga yüzmüşlüğüm varken,
denizler dolusu leşlerimin laneti midir; a n l a ş ı l a m a
z l ı ğ ı m.
gece; sancıya kapıyı açtığında,
hangi ayrılık içleri yakıyorsa,
toplanır o aşka ağlardı melekler.
sancı ki; borandı, tozdu, dumandı, bir ayrık otu, bir sarı
otobüs koltuğu...
sancı ki; araydı, yaraydı, öteleyişti, gidişti, bitişti…
ve yağmur
anlamsız bir ayrılıkla işbirliği yapınca
aşk
çağrıldığı her buluşmaya
artık sırılsıklam gelecekti
son öpüş sıcaklığı mesafede;
ellerime saklıyordum kahırdan kızaran yüzümü
bir yerlerde aşk itina ile keşkelerinden yüzülüp dolaba
kaldırılırken, kızıl saçlı kontes, migreni azmış köpeğiyle sabahlıyordu.
pişman ol; ellerine bıraktığım nemli gözlerim aklına
geldiğinde.
pişman ol; ellerime bıraktığın diz kapaklarının raksı
beyninde karıncalandığında... inle, sarsıl ve sarıl benli hayallerin en hoyrat,
en ıslak kuytularına…
ve hey kızıl saçlı kontes;
yenilgisine adaklar adanmış bir adamın omzuydun ve tek
tanrıçası.
biliyor musun? bu şehirde adımı senden başka bilen yoktu.
ve biliyor musun? bu şehirde adımı çabucak unuttun.
“Tanrıçasın; ya affet adım ömür olsun, ya mahvet ölüm adım
olsun..."
12 Haziran 2011 / Son Cengiz Aydın